Fiziki olayların tertibi tüm yüzyıllarda belirli seviyelere ulaştı. Kavimler kuruldu ve yıkıldı. Ve şimdiki zamanımızda da en üst seviyesine ulaşmıştır. Kıyam denilen uyanışın farkındalığın gerçekleşmesine zemin ve zaman hazırlıyor. Doğa’nın Deva’ları uyanışta ve kendini yeniliyor. İnsan bu yenilenme karşısında neden aciz kalıyor? Kalmaması için ne yapmalı?
Titreşimlerini yükseltmeli.
El yapımı aletlerle yapay oluşturulan titreşimler belli bir seviyede kalıyor ve deprem etkisi yaratarak, salgın hastalıklar yayarak aynı seviyede titreşen insanları korkutuyor. Hatta ölümüne sebep oluyor. Kendini yükseltemeyeni Doğa’nın Deva’ları öğütür.
Korkuyorsan bu senin için bir basamak olmalı. Tereddütte isen ve bu titreşimler senin bilincini, öz bilincini ve şuurunu etkiliyorsa bil ki senin titreşimin de düşük seviyeli bir titreşim. Kuşku ve şüphe içinde isen bu senin için bir kıstas olmalı.
Darlık sadece şuurda ve bilinçlerimizde. Beden zaten gelişime ve değişime hazır. Biz hazırsak her şey harekete geçer. Sen Hazırsan Her şey Hazırdır. Darlık sadece şuurlarda ve bilinçlerde ve düşüncelerde. Biz hazırsak her şey harekete geçer. Sen hazırsan her şey hazırdır. Sen hazirunda isen her şey hızırdır.
Karar mekanizması. Karar çarkını döndüren hareketi başlatır. Ya şimdi ya hiç. Ya şimdiyi seçerek kendine çeki düzen verirsin ki olması gereken ve beklenen bu. Ya da bir sonraki döngüde beşeriyet mertebesinde yerini alırsın.
Eğer yerini bulamıyorsan acılı kıyam senin için başlar. Ölümler ile uyanış. Bu son aşama.
Ölüme yeni bir bakış açısı getirmeliyiz. Ölüm korkulacak bir kavram değil. Çünkü bizden uzak değil. Ölüm bize her şeyden daha yakın. Herkes ölümün bir geçiş kapısı olduğunu söyler. Doğru lakin eksik bir tanım. Ben buna bir ilave yapmak istiyorum.
Ölüm bilinçaltı kayıtlarının dolduğu zaman artık yeniyi kayıt edemeyecek duruma geldiğinde bilincin kendini reset etmesidir. Yenilenmesi ve tazelenmesidir. Raflar dolmuş yığıntı ve karmaşa var. Ve insan düşüncesi -beyni bunu yapamıyor. Çünkü kendini bilmeden bi-haber. Ne yapacak bilinç?
Kainat sürekli değişim ve yenilenme halinde. Bunun karşısında bir önlem alması buna bir çare bulması gerekiyor. Bilinç kendini yeniliyor. Bilinç zaten An zamanda sabit ve som halde. Bakış açısını değiştiriyor. Yıpranmış dolmuş hareket edemez sürekli karmaşa halinde olan bedeni ait olduğu yere bırakıyor ve yoluna tazelenerek devam ediyor. Bu bir reenkarnasyon gibi katı bir tanıma uyamayacak kadar ufku geniş bir tanım. Ruh göçü ya da deneyim nakli değil. Deneyimsel süreçte yola devam. Zamanı mekanlaştırabilen bir güce sahip ruh. İstediği zaman ve istediği planda ve programda, istediği biçimde ve şekilde. An sahibi olan ruh, cevher, yücelik her ne ise ismi, işte O, zamanı kabalaştırarak mekan haline getirir, üzerinde deneyimleri yaşar, imtihanlarını geçer, tekamül sürecindeki gelişimini tamamlar ve yeniden zamanını mekanlaştırarak farklı ve yeni bir kimlikte yoluna devam eder.
Herkes bilmelidir ki ölüme bir yenilenme ve tazelenme olarak bakmalı, korku durağında bu ölüm kavramını yeniden tasarlamalı ve bu kelimeyi yeniden anlamlandırmalıdır. Nedenine gelince, insanların görünmeyen enerji alanı olan dünyası epeyce kalabalıktır ve bu kalabalığı henüz yaşarken nefes alırken dönüştürmeyi başaramazlarsa ölümle yapacaklarını bilmelidirler. Bunu hiçbirimiz istemeyiz. Hepimiz henüz yaşarken, henüz nefes alırken, zihin ve bilinçaltı yüklerini dönüştürüp hayatını organize edebilirse ve yaşam ile ilgili kararlarını bu yüklerin tesiri altında vermekten vazgeçebilirse ömrü de uzayacaktır, kalitesi de artacaktır. Neden Çünkü hücreler yaş ilerledikçe değil, bilinçaltı doldukça karar mekanizmasının enerjisini tüketiyor böylece dönüşüp yenilenemiyor. Yenilenmeyen bilinçaltı ve zihin insana yüktür. Bu yükle insan bedeni daha fazla ilerleme kaydedemez, çünkü hücreler yenilenemez, tazelenemez ve ruh bu bedenle daha fazla yol alamaz. Sonuç ruhun bedeni terk edişi ile sonlanıyor. Kısaca içsel umutlar enerjisini yitirdikçe ölüm kavramına daha yaklaşıyor insan.
Umutluyum demekle umutlu olunmuyor. Bu, yaşa mevkiye makama kibirli olmaya çok neşeli olmaya sevgi dolu olmaya bağlı değil. Nice insanlar var ölümcül hastalıkların üstesinden gelebilen ve umutla hücrelerini yenileyebilen. Bilim dünyası her gün bu konuda keşiflerine bir yenisini katıyor. İşte onlardan biri de duyguların kaderi etkilediği.
Herkes bilmelidir ki ölüm bir yenilenmedir. Fakat illa da yenilenme ölümle olması gerekmez. Çöken bir sistemi yeniden ayağa kaldırmak mümkün. Duygular körelir gibi görünür ama körelmez, nefs zapdedilemez gibi görünür ama en iyi şekilde ehlileştirilebilir, dizginler insanın kendi elinde değilmiş gibi zannedilir ama insan kendi kontrolünü sağlayabilir. Olmaz, zor, imkansız denilen her şeyi insan yapmaya muktedirdir. Yeter ki içindeki heves hiç bitmesin. Şimdi burada Herkes şu soruyu sormalıdır.
Ölümün ve savaşın olduğu bu zor dünyayı neden seçtim üstelik de beden hapisanesine hapsolarak? İlla da dünya gezegeninde mi olmam gerekli? Ya da bir bedende mi varoluşumu gerçekleştirmeliyim?
Bu yazıyı okuyan Bilge yolcular bu soruların cevaplarını düşünmeli, derin düşünmeli, çok yönlü düşünmelidirler. Küçük bir ipucu vermek istiyorum bu sorunun cevabını düşünecekler için. Bedenin yapıtaşı olan atom daha enerjetik bir titreşime bir yapılanmada olabilirdi. Ama buna irfanı ve derinliği yetmedi nefsin. Nefs cahildir, kabadır, inatçıdır, başına buyruktur ve asıl önemli olan emanettir ve bu emaneti sahiplenen bir tek atalarımız oldu biz de atalarımızın bu anlaşmasını devam ettiriyoruz. Nasıl ettiriyoruz veya nasıl ettireceğiz. İşte bu iş için Hür irfana ve düşünceye ihtiyaç var, bu döngüden, bu sarmaldan kurtulmak için . Çünkü anlaşma böyle. Nefsi islah etmeden hür irfana ve özgür düşünceye sahip olunamıyor.
İlla burası mı? Yani bu dünya mı? Bu bedende mi? Sorusunu sormalıyız kendimize. Cevabını da bir yere not etmeli. Çünkü ilerde bu not ona bir kanıt olacak.
Bir ipucu daha verebilirim bu hususta. Soruyu derin ve çok yönlü düşünürken şunu da ele alabilir. Gelinecek bir yer gidilen bir yer olmak zorunda mı?
Commentaires